8 Kasım 2013 Cuma

Değişiklik

Bazen insan bir değişiklik istiyor, mevcut durumdan sıkılma hali geliyor.. Değişiklik ama ne? Blogumu değiştirmek istedim kısa bir süre önce ama sanırım daha zamanı değilmiş... ne yaptıysam beğenmedim yine morlu kelebek konseptime geri döndüm :) 

30 Ekim 2013 Çarşamba

Karşılaşmalar...

Bir işe girince karşına bağlantılı bir sürü benzer iş veya insan çıkar ya, galiba çekiyoruz bir şekilde ya da algımız o yöne kayıyor daha çok fark ediyoruz böyle şeyleri...

Yoga eğitmenliği konusunda da öyle oldu, sanki şuan yoga çağındayız ve herkes yoga eğitmeni, sadece yoga yapıyor demiyorum herkes yoga eğitmeni olmuş, olacak veya olmak istiyor :) Öyle bir akımın içindeyim şuan :) Yoga ile ilgili de okudukça, araştırdıkça daha çok öyle kişilerle karşılaşıyorum tabiki :) Şahane aslında!! Daha çok karşılaşma, yeni insanlar yeni bilgiler yeni keyifler...


3 Ekim 2013 Perşembe

Yoga Eğitmeni

Aralık 2011'de Yoga başlığı altında bir yazı yazmıştım :) Bugün ona yönelik bir adım attım :) Yoga eğitmenliği kursuna başladım... İstiyordum ve düşündüm başlamakla ne kaybederim ki? Ama kazanacağım çok şey var gibi geldi... O zaman da yazdığım gibi çok iyi yapabildiğim için değil, sınıftaki parlak öğrenci olmadım hiç bir zaman ama sevdiğim için, beni rahatlattığı için, mutlu ettiği için ve bana yeni bir alternatif oluşturduğu için :)

Umarım çok iyi bir yoga eğitmeni olurum!! :)

Uzakdoğu Gezisi - Chiang Mai



Uzakdoğu gezimizin 2. durağı Tayland'ın kuzeyindeki en büyük şehri Chiang Mai idi. Chiang Mai, Bangkok'a göre daha düzenli sevimli tatlı bir şehir... Öyle Bangkok'taki gibi gökdelenler falan yok, daha yerel daha samimi... Biz şehir merkezinde Roseate otelde kaldık, yeni yapılmış, çok büyük olmayan bir otel kendi içinde tur ofisi de var. Chiang Mai'ye Bangkok'tan uçakla geçtik. Havaalanı otel arası 150 THB civarındaydı diye hatırlıyorum. Toplam 1 gecemiz, 2 tam günümüz vardı Chiang Mai'de. O yüzden gelir gelmez oteldeki tur şirketinden bir araç ayarlayıp turumuza hızlıca başladık. Öncelikle şehrin içindeki tapınakları gezdik, .... en iyisiydi... Daha sonra Long Neck Tribe'a doğru yola çıktık... Oraya gelmeden orkide çiftliğinde mola vermek istedi şoförümüz, biz ilk başta çok istemedik ama gittikten sonra çok memnun kaldık, hem yemekleri çok güzeldi hem de orkideler şahaneydi... Öyle turist kazıklama durumu da yoktu, fiyatlar gayet uygundu.


Uzun Boyunlu Kadınlar kabilesi, Burma'dan Tayland'a sığınmış, bir kabile... Özellikleri ise boyunlarına metal halkalar takmaları. 5 yaşından itibaren takmaya başlıyorlar ve her sene arttırıyorlarmış.

Uzun boyunlu kadınlardan sonraki durağımız Wat Phra That Doi Suthep tapınağıydı... Uzuuun merdivenlerle çıkılan bir tepenin üzerinde kurulmuş bir tapınak, bahçesi ve manzarası çok güzel... Ayrıca merdiven kısmı da çok güzel, yeşillik bir tepeye dik merdivenlerden çıkılıyor... Merdiveni kullanmak istemeyenler için teleferik bile var... Giriş ücretli ama çok düşük bir ücreti vardı, 20-40 THB gibi bir şey kişi başı... 

Chiang Mai'deki 2. Günümüzde file bindik... Ama öyle bakıcılı eğerli değil, direkt filin üstüne bindik, çok keyifliydi, ilk başta ısınma turu olarak fillerle tanıştık, orda bana biraz korkutucu geldi aslında :) şeker kamışlarına doğru koşuyorlar çünkü ben üstündeyken :) ama sonra her iki kişiye 1 fil geldi, Burakla bizim filimiz 65 yaşında hiç bebeği olmamış bir dişiydi... Çok tatlı çok uysaldı.. Onlarla nehre gittik, nehirde filleri yıkadık, fırçaladık, bizimki zevkten mest oldu resmen, şekerleme yaptı :) Chiang Mai'de bir çok fil kampı var, aslında önceden arayıp rezervasyon yaptırmakta fayda var, biz oraya gittikten sonra ayarladık ama bu arada istediğimiz diğer bir kaç kamp da dolmuştu... 


Fil kampından saat 15:00 civarı döndük ve tatilimizin en ZP anlarından biri için Fah Lanna Spa'ya gittik... aman tanrım o nasıl bir yerdi öyle... Tayland standartlarına göre biraz yüksek ama buradaki 1 saatlik masaj fiyatına, orada, harika bir SPA merkezinde 3 saat masaj yaptırdık... Hayatımın enlerinden biriydi sanırım :) Böyle harika bir şey olamaz... Masajla mest olduktan sonra bizi havaalanına da bıraktılar... Ve bir sonraki durağımız Phuket...



  • 30 Eylül 2013 Pazartesi

    Düğün günü ipuçları

    Evet biliyorum düğünümüzün üzerinden çok zaman geçti ama ben bu yazıyı yazmak istedim yine de, blogumda düğün başlığı altında yazdığım yazıları okuyunca bunları da eklemek istedim, bi de o gün nikah girişimiz olana PM's Love Song'u dinleyince heyecanlandım tekrardan... :)

    İlk kural: Gülümseyin!!! Evet bugün sizin gününüz, gerçekten öyle, başka hiç bir zaman olmadığı kadar sizin gününüz hem de... How I met your mother'da Lily ile Marshall evlenirken, Barney'nin fark ettiği gibi, "gelin için" lafı o gün kimsenin karşısında duramayacağı bir şey... Elbetteki gerilecek çok konu var, herşey tamam mı, geç kalacak mıyız, çiçeğim güzel mi, makyajım oldu mu, saçım nasıl vs. vs. ama gerçekten bilinki o gün siz mutlu olursanız herkes mutlu olur, herşey de yolunda gider, gitmeyenleri de boşverin, canınızı sıkmaktan başka hiç bir şeye yaramaz!!! O yüzden trafikte gülümseyin, sizi merak eden komşulara gülümseyin, kuaförde gülümseyin, fotoğrafçıya zaten hep gülümseyin :) Herkes gelin görmeyi sever, el sallayın bol bol tanımadığınız insanlara :)





    İkinci Kural: Gününüzü planlayın. Önceden saat kaçta evden çıkacağınızı, kuaföre kaçta gideceğinizi, makyözünüzün ne zaman geleceğini, o gün yapacağınız başka ne varsa, olası aksilikleri, trafiği vs. de dikkate alarak bir zaman planlaması çıkarın, plana uydukça rahatlayacaksınız...

    Diğer Kurallar: Aç kalmayın :) sabah iyi bir kahvaltı yapın, ne seviyorsanız o cinsten, ama sakın kahvaltısız evden çıkmayın.. Zaten heyecanlı bir gün bir de açlıktan tansiyonunuz falan düşmesin... Kuaförde falan acıkırsanız da yanınıza badem ceviz falan alın hem kan şekerinizi de dengeler... Bir de sakın benim yaptığım gibi, kentucky'den kızarmış tavuk falan yemeyin... Ben de kocamın arkadaşının maduru oldum :)

    Nedimenizi seçin :) Ondan o gün için beklediklerinizi önceden bildirin... Mesela sağolsun benim nedimem Yeliz balonlarımızı alıp getirmişti, ilk gelen çiçeği beğenmeyince çiçekçi ile buluşup 2. çiçeğimi almıştı, fotoğraf çekimlerimde hep yanımda olup eşyalarımı taşımıştı :) iyi arkadaşlar bu günler içindir... :) Parfümünüzü, rujunuzu ona verin... O gün anne ve babalar çok heyecanlı olabiliyor, o yüzden becerikli arkadaşlara ihtiyaç var :)




    Son Kural: İlk dansta sadece eşinizin gözünün içine bakın, başka hiç bir yere bakmayın, hiç kimse ile ilgilenmeyin, ve aranızda konuşmayın... Mümkünse salon şefine söyleyin sizi ilk dansta asla rahatsız etmesin... Çünkü ilk dansta çifte bir şeyler soran tipler var :) Ah bi de unutmuşum, yapabiliyorsanız eğer, en azından ilk dans için pistten çocukları uzak tutun, tabi siz değil, belki kardeşiniz, belki sevdiğiniz bir arkadaşınız, ya da o çocukların ailelerine önceden söyleyin ve ayakaltında dolaşmalarına engel olun...

    Eğlenin, eğlenin, eğlenin, düğününüzün harika geçmesi için en basit formül bu, herkesi piste çağırın, bol bol dans edin, uzun zamanlar pistten ayrı kalmayın ve de mümkünse damattan çok ayrılmayın... Arkadaşlarınız size pistte eşlik etsin siz onlara masalarında eşlik etmeyin... Geceyi olabildiğince uzun tutun, müzik grubunun ara verdiği zamanlarda da DJ müziğe devam etsin, veya sizin hazırladığınız eğlenceli şarkılarla dolu olan CD çalsın :)

    Bittikten sonra hepsi bir anı olarak kalıyor, güzel bir anı olarak kalsın!

    16 Eylül 2013 Pazartesi

    ZP Part-1 Uzakdoğu Gezisi - Bangkok

    Bu yaz Ağustos ayında 5 arkadaş, (yani 5 ZP üyesi) Bangkok - Chiang Mai - Phuket - Bali - Singapur rotasında müthiş bir tatil yaptık. Gezimiz Bangkok'la başladı. Öncelikle hava konusuna gelirsek, Ağustos ayında muson dönemi olması nedeniyle gitmeden önce hava konusunda çok tereddüt etsek de sanırım çok şanslıydık, hiç bir planımız hava nedeniyle bozulmadı, Tayland genel olarak nemli ama şansımıza biz oradayken çoğunlukla yağmursuzdu :) Çoğunlukla diyorum, çünkü hep şansımıza dışarda olmadığımız zamanlarda en fazla yarım saat veya 1 saat yağmur yağıp sonra hava açtı. O yüzden iyiki planımızı değiştirmemişiz :)

    Bangkok tapınaklarla dolu, hareketli, güzel, eğlenceli, ilginç bir şehir... İlk gün yoldan gelmemize aldırmaksızın Grand Palace ile turumuza başladık. Grand Palace büyük bir alanda bir çok tapınağı barındıran bir yer. Çok turistik o yüzden çok kalabalık, içeriye girerken kızların da erkeklerin de uzun pantalon ve omuzu göstermeyen bir şeyler giymeleri gerekiyor. Grand Palace'ın içindeki en ünlü tapınaklardan biri de Emerald Buddha tapınağı. Gitmeden önce fotoğraflarından bakınca çok büyük zannettiğim emerald buddha aslında o kadar da büyük değil. Ama zümrütten yapıldığı düşünülürse elbette etkileyici bir büyüklükte... Emerald Buddha'nın olduğu tapınağın içinde fotoğraf çekimine izin vermiyorlar.


    Grand Palace'a yakın Wat Po var, içinde çoook büyük boyutlarda yatan Buddha var. Ben burayı daha çok beğendim... Buradaki Buddha heykeli çok etkileyici boyutta, ayrıca buranın çok güzel bir bahçesi var ve bir de masaj okulu var. Tavsiyem gezmeye başlamadan önce masaj okulundan randevu almanız, çünkü çok popüler olduğu için çok sıra oluyor.



    Asya'nın en büyük açık pazarı Bangkok'taki Chatuchak weekend market. Şehirden buraya 150 THB'a gelmek mümkün, aslında taksimetreyi açsalar belki daha bile ucuz olabilir ama taksilere taksimetreyi açtırmak imkansız... Burası daha çok yerel halkın geldiği, aklınıza gelen herşeyin olduğu çoook büyük bir pazar, biz her yerini göremedik, ama çok ucuza yemek yedik, masaj yaptırdık ve egzotik hayvan bölümünü gezdik. Hediyelik eşyaları da buradan almak lazım, şehrin bir çok yerine göre fiyatlar çok daha ucuz.

    Fiyatlar derken eminim herkes söylemiştir ama ben de söyleyim, Tayland'da pazarlıksız alışveriş düşünmemek lazım... Tahmin ettiğinizden çok daha aşağısına alabilirsiniz tabi iyi bir pazarlıkçıysanız... Kocam ve İso bütün gezi boyunca her konuda her yerde pazarlık yapmayı bir oyun haline getirdiler ama en sonunda kendileri de bıktı :))

    Bangkok'un ünlü backpacker caddesi Khaosan Road ve onun etrafı barlar, restoranlar, masaj salonları ve dükkanlarla dolu.. Geceleri çok hareketli ve eğlenceli... Biz 2 gece buraya geldik. Sokakta böcek satan işportacılar var. Yine kocam ve İso böcek yeme yarışına girdiler, İso biraz işi abarttı :) Restoran olarak Khaosan'ın sonundan sağa dönünce soldaki 2. sokakta da bir sürü restoran var. Sokağın adı Rambuttri. Biz yine oralara yakın Phra Athit caddesinin üzerinde bi yerde yemek yedik bir akşam, ama Rambuttri'de de güzel yerler vardı.

    Yemekler tatlı, acı, ekşi üçgeninde dolanan tatlarda ... Ben uzakdoğu mutfağını seviyorum o yüzden tatil boyunca pek sıkıntı çekmedim, sadece sonlara doğru biraz sıkıldım ;) Pad Thai yedim bol bol, onun haricinde deniz ürünleri de bol, lezzetli ve ucuz... Genelde tercihimizi deniz ürünlerinden yana kullandık yemeklerde...



    Yukarıda bahsettiğim yerler şehrin eski kısmında kalan yerler hep, bunlar haricinde yüksek binaların alışveriş merkezlerinin olduğu yerler de var. Siam Plaza bu alışveriş merkezlerinden biri, alt katında büyük bir foodcourt var, temiz ve güzel yemek seçeneklerini burda da deneyebilirsiniz.

    Bangkok'ta en çok kullandığımız ulaşım aracı taksiydi, motorsikletten devşirme tuktuklar oralara özgü ama trafikte bol bol egzoz solunuyor, o yüzden tuktuka 1 sefer bindik sadece... Yine de komik ve denenebilir...

    Bangkok'tayken 2 gün günübirlik Bagkok dışına geziler yaptık. İlki yüzen pazar, kaplan tapınağı ve Kwai Köprüsünü içeren turdu. O gün gezimizin unutulmaz günlerinden biriydi. Yüzen pazara giderken yolda bi yerde durduk, sanırım bütün turlar burada duruyor, orda satış yapılan yerin arkasında orkideler ve inanılmaz güzel değişik kelebekler vardı... Kelebeklere aşık oldum resmen... Neyse ordan yine devam ettik ve kano şeklinde ama 10 kişinin bineceği motorlu kayıklara bindik ve kanallarda dolaşmaya başladık. Oralar enfesti gerçekten, yerel yerleri görme şansımız oldu... Yüzen pazara kanallarla ulaştık. Yüzen pazar, satıcıların kayıklar üzerinden meyve, yemek vs sattıkları bir yer. Burası gerçekten çok fotojenik bir yer. Öğle yemeğimizi burada teyzelerin kayıkların üzerinde pişirdiği değişik tayland yemekleriyle yedik. Bangkok'un etrafında bir çok yüzen pazar var ama araştırmalarıma göre bizim gittiğimiz Domnuen Saduak Floating Market en büyük ve fotojenik olanı. Burası da sadece hafta sonları öğlene kadar açık. O yüzden gitmek istiyorsanız planlamanızı ona göre yapın.




    Floating markettan sonraki durağımız, hepimizin heyecanla beklediği kaplan tapınağıydı. Kanchanaburi'deki bu tapınakta bakılıp beslenen belki 20-30 tane kaplan var... Buraya giriş 600 Thb, girdikten sonra da bebek kaplan besleme, kaplanlarla fotoğraf çekilme ve oyun oynama/ banyo yaptırma aktiviteleri için ilaveten ücret ödemek gerekiyor, her bir aktivite 1000 Thb. İçerde fotoğraf çekilme ve kaplanlarla oyun / yıkama aktivitelerine katıldık. İnanılmaz bir deneyimdi hepimiz için. Aktivite alanında görevli kız, grup içinden Burakla beni seçti ve bizi kaplanlarla suda oynayacağımız pis bir havuzun içine soktu. O ana kadar korkmamıştım aslında, ama suyun içinde kaçacağımız yer yokken ve önümüzdeki 3 kaplana karşılık yanımızda sadece 1 görevli varken biraz çekinmedim değil :)) ama sonrası çok daha kolaydı, kaplanlara bol bol köpüklü bir banyo yaptırdık, masaj da bizden :)




    İkinci günübirlik turumuz ise Tayland'ın eski başkenti Ayutthaya'yaydı. Ayutthaya Unesco Dünya Mirası listesinde yer alıyor. Oldukça tarihi bir şehir, Bangkok'a göre daha sakin ve daha yerel bir havası var. Tapınakları insan seline kapılmadan ziyaret edebiliyorsunuz hem de turistlerden ziyade yerel halk eşliğinde...





    Kaplan tapınağı ve Ayutthaya'ya turlarımızı Tayland'a gitmeden önce Türkiye'den ayarladık. Sahibi yirmi yıldır Bangkok'ta yaşayan bir Türk olan Four Hands International Co. Ltd. tur firması bizim için bir araç ve yerel bir rehber ayarladı. Rehberimiz Su Teb bizi çok güzel gezdirdi ve süper bilgiler verdi. Ve bir de Türkiye'den gelipte Ayutthaya ve Kaplan tapınağını görmek isteyen ilk turistler olduğumuzu söyledi :) Genelde Pattaya bölgesi tercih ediliyormuş... Günübirlik geziler için güvenilir bir şoför ve rehber önemli bence... Gittikten sonra da ayarlanabilir tabi ama nereye gitmek istediğinize çok hakim olmanız gerekir, zira Bangkok'ta taksiciler biraz üçkağıtçı, sizi kaplan tağınağı yerine hayvanat bahçesine de götürebilirler.









    11 Eylül 2013 Çarşamba

    ZP Part-2 Yunanistan ( Atina ve Volos)

    ZP nedir hiç sormayın, ama gezi ekibimizin yeni ismi diyebilirim. Part-2'dan başlıyorum çünkü part-1 çooook uzun. Ona da umarım bi ara geleceğim. Ya da bir trailer ile kısa bir tanım yapayım :) Bu sene uzuuun ve yoğun bir tatil planladık, bol bol hasta da olsam süper bir tatil yaptık, destinasyonumuz ise Bangkok - Chiang Mai- Phuket - Bali - Singapur idi. Vucüt olarak tükendiğim ama beyin olarak tüm seneyi sildiğim bir tatildi gerçekten!! ZP adı bu tatilde çıktı... ZP Part-1 bu uzuun tatilden oluşacak ama kendime o kadar zaman ayıramadım o yüzden, daha sonrasında gittiğimiz ZP Part-2 Yunanistan tatilimizden bahsedeceğim :)

    Öncelikle uzun tatilimizden hemen 10 gün sonra Yunanistan'a başka bir tatil planlamak elbette pek akıl karı değil ama biz bitmeyen bir gezme motivasyonu ve daha da önemlisi çok daha özel bir aktiviteye katılmak için Yunanistan'a gittik. Çok sevdiğimiz arkadaşlarımız Vasso ve Göker'in Yunanistan Düğününe katılmak için...

    Aslında düğün Atina'nın 3-4 saat kuzeyindeki Volos şehrinin Portaria kasabasındaydı... Denizi uzaktan gören müthiş şirin bir dağ kasabası diyelim... Biz de planımızı Atina üzerinden aldığımız biletlere göre; biraz Atina'da zaman geçirmek biraz da Volos taraflarında denize girmek üzerinden şekillendirdik.

    Öncelikle gittiğimiz tüm yerlerde, herkes çok sıcak çok samimi ve Türklere karşı da çok yakınlardı... Farklı bir dil olmasa kendimizi Türkiye'de hissedebilirdik çünkü yemekler, sokaklar ve daha bir çok şey Türkiye'ye çok benziyor, Türkiye - bazı kötü şeyler + daha çok keyif ve eğlence diyebiliriz... Döndüğümüzde kriz hissediliyor muydu insanlar nasıldı diye sordular, valla biz kriz falan anlamadık, herkes restoranlarda kafelerde gayet keyifliydi, dışardan hissedilen bir şey yoktu :)

    Atina'yı şehir olarak beğendim, bana çok yakın ve samimi geldi. Bana İzmir'i anımsattı oldukça. Atina'daki ilk gecemizde Gazi diye bir yere gittik, daha çok gençlerin geldiği, bir sürü bar, cafe ve restoranın olduğu bir bölge. Burası Keramikos metro istasyonu çıkışında. Mavi M3 hattı üzerinde. Foursquare sağolsun gitmeden önce ve gittikten sonra bir sürü güzel mekan bulma fırsatımız oldu. Gazi'deki güzel mekanlar: Gazi Collage, Cartone, Why Sleep vs. Cartone ve Gazi Collage arası bi gyros yani dönerci var... Orada da pita gyrosumuzu yedik. çok keyifliydi... Biz üstüne Why Sleep'e gittik, soru bana sorulmuş gibiydi, oracıkta uyuyabilirdim ama isme uymaz diye uyumadım ;)

    Ertesi gün Athens Free Walking Tours rehberi George ile Atina'da yürüyüş turu yaptık. George Yunan ama Avusturalya'da büyümüş, o yüzden çok güzel ve akıcı bir ingilizcesi var, hiç sıkıcı olmadan ilginç bilgilerle dolu bir tur oldu bizim için. Akropolis müzesinin önünde başlayan tur, yaklaşık 3 saat sonra Akropolis'in diğer tarafında son buldu. Daha sonrasında şehri de biraz gezmek için Akropolis'in içine girmedik. Yakınlardaki Smile Cafe'ye gittik. Tripadvisor'da çok tavsiye edilen yerlerden biri, yemeklerini ve buz gibi birasını çok beğendik. Sahipleri de bizim Türk olduğumuzu öğrenince çok sıcak davrandılar.


    Syntagma meydanından Monastraki meydanına doğru, trafiğe kapalı, dükkanları olduğu bir cadde var, biraz istiklal caddesine benzese de daha kısası diyebiliriz, tam da kıyaslamak mümkün değil zaten. Bu caddede dükkanlar ve ara ara cafeler var, asıl Monastraki meydanına çıkan dar sokaklarda bir sürü hediyelik eşya dükkanı vs. var. Bu kısımlar da çok keyifli. Monastraki meydanına çıktıktan sonra da bit pazarı uzanıyor yine bir sokaktan. Buraları gezdikten sonra Cafe Giasemi'ye gittik. Tarafiğe kapalı merdivenli dik bir sokakta, masalar sokağa konmuş herkes dışarda oturuyor, çok keyifli bir yer, burası da hem Vasso'nun önerisi hem de foursquare'den bulduğum bir yer. O gün Atina'daki son günümüz olduğu için çok gitmek istediğim Brettos'a da gitmeden bitirmiyoruz geceyi. Brettos çok fotojenik bir bar. Çok büyük değil, likörlerini viskilerini kendileri yapıyorlar ve duvarları arkadan ışıklandırılmış renkli içki şişeleri ile dolu, o yüzden de çok fotojenik gerçekten :) Ben sakız sevdiğim için sakızlı likörlerini denedim, nefisti!!


    Ertesi gün kiraladığımız Primastar'a 7 kişi doluşup düğün için yola çıktık, yol düşündüğümden daha uzunmuş ama kalabalık olunca keyifli geçiyor tabi :) Düğün Volos'u tepeden gören Portaria kasabasındaydı... Ortam, insanlar, yemekler, manzara herşey mükemmeldi. Bizim düğünlere benziyordu genel olarak ama gece daha uzun en son misafir gidene kadar devam ediyor... Bizimkiler gecenin 4ünde havuza atlayıp bir de suları dışarı taşırınca, ses sistemi ıslandı, apar topar kaldırdılar, böylelikle gece zorunlu olarak bitmiş oldu :) Düğün her haliyle efsane düğünler listeme girmiş oldu :)




    Düğünün ertesi günü ve sonraki gün plaja gittik, ilki Ag. Ioannis tarafında ikinci gün de Koropi'deydik. Gece Tsagkarada diye süper bir kasabada süper şirin minik ev gibi bir otelde kaldık; Villa Exohi. Plajlar da Tsagkarada da süperdi. Bir kere plajlar çok temiz, hepsinde gayet düzenli şezlonglar var ve hiç de fahiş olmayan fiyatlarda yemek içmek mümkün... Özel plaj kalitesinde ama şezlonglar ücretsiz.. Keşke Türkiye'de de böyle yerler oradaki gibi güzel, temiz, sakin kalabilse... Bizde güzel olanlar da fiyat bakımından çok pahalı oluyor genelde...



    Yunan mutfağı Türk Mutfağına çok yakın ve yemekler çoook lezzetli... Belki şanstır ama nereye gitsek harika yemekler yedik, fırınları pastaneleri müthişti, en basit şeyin bile içine düşesim geldi... Daha önce Santorini'de de görmüştük, burada da tescillemiş olduk, Yunanlar genel olarak Türklere çok benziyorlar, bize çok sıcak davrandılar ve Euro da bu kadar artmasaydı çok daha makul fiyatlara çok keyifli tatiller yapmak mümkün... Özellikle bizim ünlü tatil kasabalarımızda fiyatlar bu kadar artmışken. O zaman bir daha görüşmek üzereee!!!


    7 Haziran 2013 Cuma

    Barış, Sevgi ve Empati

    Gerçekten de herşey bir kaç kişinin parkı savunma eylemlerinde polis tarafından biber gazı ve sularla parktan çıkarılmaya çalışması ve sonrasında da RTE'nın televizyonda oraya o avm yapılacak, biz karar verdik size ne oluyor tavrıyla başladı. Televizyonda izlerken içimde şunu hissettim: ne kadar küstahça ve buyurgan bir şekilde insanların istediklerini hiçe sayıyor. Bu his içime ilk defa gelmemişti ama ilk defa bu kadar büyük kitlelerce aynı his benimsendi ve herkes artık yeter dedi.

    Benim üstünde durmak istediğim konu ise ortadaki bilgi kirliliği. Bi kaç gün yoğun miktarda twitter'a tabi olunca artık haberleri çok iyi ayırt edebiliyorum, hangisi doğru hangisi yanlış, hangisi aldatmaca...

    Genelde insanlar şunu yapıyor, benzer görüşte olduğu insanların fikirlerini ve söylediklerini olduğu gibi kabul ediyor. Hiç araştırmadan ve hiç düşünmeden... Her iki tarafta da gerçeği saptıran bazı söylemler var ve bunu saptıran bazı insanlar. Medyanın gücünü, önemini ve objektif olma gerekliliğini daha iyi görüyorum şuan.

    Şu sıralar çok bilgi girişi var, karşıt görüşleri de okuyorum ne yazıyorlar ve diyorlar diye bazıları beni şok ediyor. Örneğin Taksim Gezi Platformu'nun Cumhurbaşkanına ilettiği istekler ve basında bazı gazetelerde yeniden yazılan bu isteklerin içinde "3. havaalanı projesinin iptal edilmesi", "3. köprü projesinin iptal edilmesi", "enerji santralleri yapımı durdurulsun" gibi taleplerin de yer aldığı. Yazılı metin olarak da yayınlanan ve içinde bunlara dair hiç bir iz olmayan bir metni çarpıtmak insanların nasıl içine siniyor? Bu sadece bir örnek, konuyu detaylıca bilmeyen, bilemeyen insanlara olaylar nasıl anlatılıyor, çok büyük bir kısmı şiddet yanlısı olmayan sadece özgürlüğünü savunan bu insanlar kim bilir nasıl bir terörist grup, ya da dış güçlerin maşası olarak görülüyor. Evet herkesin dediği gibi büyük bir dezenformasyon var, her türlü her yönde...

    Benim korkum ve endişem ise birçok kişinin içinde hissettiği "öteki" duygusu. Herkes aynı görüşte olmayabilir ki bu zaten en doğalı değil mi? Güzel olan insanların bu farklılıklara saygı göstermesi, karşı tarafı olduğu gibi kabul etmesi değil midir? Gezi'de de hep bu mesajlar verilmeye çalışılıyor ancak umarım herkes bunu içinde hissedip uygulayabiliyordur.

    Peace - Love - Empathy

    26 Nisan 2013 Cuma

    Mini Karadeniz Turu


    Biz yemeği içmeyi, yeni yerler görmeyi çok seviyoruz... Bizim gibi seven arkadaşlarımızı da gaza getirip 2-3 ay önce Trobzon'a rastgele bir haftasonu için uçak bileti almıştık... O arada işlerin yoğunluğundan neredeyse gidemeyecek gibi olduysak da mini Karadeniz turumuzu geçen hafta sonu gerçekleştirdik...

    Gezimiz cuma öğleden sonra 15:30'da Trabzon'a inmemizle başladı ve pazar akşamı 21:00'deki uçuşla sona erdi :) Şansımıza bir tek ilk gün yağışlıydı, sonra çok günlük güneşlik bir hava bize eşlik etti :)

    Trabzon havaalanında araç kiraladık ve ilk olarak Trabzon Boztepe'ye gittik, şehre tepeden bakan ağaçlık bir yer, bir sürü çay bahçesi var, uzaktan denizi izleyebilirsiniz, burda biraz dinlenip biraz da akşam yemeğini bekledik ve aşkam yemeği için rotamızı Akçaabat olarak belirledik!! Karadeniz yemekleriyle ilk karşılaşma noktamız Cemil Usta unutulmazdı.... Mükemmel kuymak, piyazlı salata ve köfte üzerine, harika ötesi bir fındıklı baklava yedik, böyle hafif ılık, çıtır çıtır ve yoğun fındık tadıyla... Böyle bir tat yok, nefis... Ortam da gayet güzel, deniz kenarında ve hizmet de gayet sıcaktı...

    Akçaabat'ta köftemizi yedikten sonra gece kalışı için Uzungöl'e doğru yola koyulduk. Yol 1,5 saat civarı sürüyor, o kadar da göz korkutucu değil ve de yollar çok güzel, virajlı kısımlar olsa da çok düzgün... Uzungöl'e gelmeden 300 m kadar önce çok şirin bir otelde kaldık, Gobleç Otel. Bizi çok sıcak karşıladılar, odaları da çok şirin ve temizdi...





    Ertesi gün Uzungöl'de bisiklet kiraladık ve gölün etrafını ve daha ilerisinde nehir boyunca giden yolda dolaştık... Mevsimden dolayı çok kalabalık değildi, sakin, güzel, şirin... Doğası nefis, nehir boyunca ilerledikçe mini şelaleler ve göller var, baraj gibi kesmişler bazı kısımlarını, arkada da karlı dağ manzarası, bol oksijen... Gerçekten çok harika bir bisiklet turu oldu, o arada iştahımız açıldı, gölün etrafındaki restoranların birinde kuymak yiyelim dedik, ama bu sefer ne servis ne de kuymak mutlu etti... Fazla turistik olmuşlar, halbuki çok daha iyi işletilebilir öyle güzel bir ortam ve manzara varken...



    Neyse, çok doymadığımız iyi oldu çünkü Ayder'e doğru yol alırken Çayeli'ne uğradık ve orda Lale Restoran'da  mükemmel bir kurufasulye pilav ve üstüne yine unutulmaz bir fındıklı fırın sütlaç yedik... Hepsinin lezzet şahaneydi... Garson amcaya sorduk nasıl yapıyorsunuz diye, bol tereyağ ve özellikle sevgimizi ekliyoruz dedi :) Ben de ordan kurufasulye aldım bakalım benim sevgimle nasıl pişecekler :) Bu arada Çayeli Rize'nin bir ilçesi... Rize'yi Trabzon'a göre daha çok sevdik, neden derseniz bilmiyoruz :) Çok da objektif değil zaten sadace hissiyat :) Çayeli'nde ayrıca çay aldık, her yerde bol bol Çaykur satış noktası var ve bol bol da Çaykur Çay Fabrikası :)



    Nefis kurufasulyeleri mideye indirdikten sonra, Ayder'e doğru yola koyulduk tekrardan... Ayder yolunda Osmanlı Alabalık Tesisleri var, hemen  tarihi bir taş köprünün yanında... Kurufasulyelerden sonra burada yemek yiyemedik haliyle ama ertesi gün yemek üzere, çayımızı içip ayrıldık.



    Ayder'e vardığımızda akşam üzeriydi... Aslında beklediğimden daha yapılaşmış buldum, popüleritesi artınca otel sayısı da artmış... Ama doğası harika, her yer yem yeşil, çok dinlendirici. Akşam otelimizde pek bir şey yoktu, biz de bişeyler bulmak için dışarı çıktık... Nisan ayı oralarda pek sezon sayılmadığından, akşam çoğu yer ya boş ya da kapalıydı biz de en kalabalık yer olan kahvehaneye gittik :) Gece boyunca kart oynadık, Rize çayı içtik, çaydan sıkılınca kahveci abi bize bitki çayı bile demledi, fındık ikram etti... Çok sıcak ve misafirperlerdi...


    Ertesi gün arabayla Kaçkar dağlarına doğru sürdük, girdiğimiz yol pek iyi değildi o yüzden çok tepelere çıkamadan geri döndük, bu arada buz gibi nehre ayaklarımızı soktuk (yani ben sokmadım ama diğerleri soktu diyelim :) ) Mis gibi hava, kuş cıvıltıları.. sadece doğanın sesini dinledik. Ayder'den Rize'ye dönüş yolunda bu sefer Osmanlı Alabalık'ta nefis alabalıklarımızı, mıhlamamızı ve laz böreğimizi de yedik... Üstüne 2 saat geçmeden bu sefer de Sürmene'de durup üstüne bir de pide yedik... Tok ağırlamak zordur derler, o yüzden pideye çok bayılmadım :) Bi dahaki sefere daha açken yersem belki tadını anlayabilirim :)

    Mini Karadeniz turumuz, Sürmene'den sonra havaalanında sona erdi... Tatil güzel ama dönüşte işe başlama kısmı kötü oldu ...

    20 Ocak 2013 Pazar

    Ilgaz'da mini tatil

    Bu cuma kızlarla işten izin aldık ve Sedaların Ilgaz Mountain Resort'taki devremulklerine gittik. Sabah dağa vardığımızda etraf sisler içindeydi, ormanın icinde yer alan tesise hepimiz heyecan icinde vardık. Soğuk ama temiz hava hepimize çok iyi geldi. Ne kadar soğuk ve karlı da olsa çok keyifli iki gün geçirdik, 4 kız oyun oynadık, kaydık, kızak yaptık, karlarla debenlendik, ben bol bol düştüm... :) Harika oldu, bu tatil bana çok iyi geldi

    12 Ocak 2013 Cumartesi

    Yağmurlu havaya inat Ankara'da farklı bir haftasonu

    Ankara'da kışın haftasonu yapılacak çok fazla seçenek yok maalesef, biz haftasonlarını çoğunlukla spor ve arkadaşlarla buluşma ile geçiriyoruz. Bu haftasonu bir degisiklik yapalım dedik ve kar kış demeden Ulus'a gidip Ankara Kalesi ve civarlarını gezmeye karar verdik. Tabi motivasyonumuzu Grouponot olarak Zenger Paşa Konağında yiyeceğimiz öğle yemeği de arttırmadı değil :)
    Öncelikle bilmeyenler için, Ankara Kalesi ve civarı son yıllarda çok değişti ve güzelleşti. Çok ilgi çekici dükkanlar, sanat atölyeleri, sanat galerileri ve şirin kafeler var, alışveriş merkezlerinde bulamadığınız otantik şeyleri burada bulabilirsiniz. Bu arada Çengelhan Koç Müzesi de hemen Kale'nin karşısında. Burası bir sanayi müzesi, aynı zamanda Koç'un koleksiyonundan özel parçaları da içeriyor. Kale'ye gelmişken bu müzeye daha önce gitmediyseniz gidip görmenizi tavsiye ederim.
    Biz de bu kadar dolaşmışken karnımız acıktı haliyle... Kale kapısından içeri girince solda, Kalenin tarihi konaklarından birinde yer alıyor Zenger Paşa Konağı. Alt iki kat biraz müze görüntüsünde, restoran kısmı ise en üst katta, Ankara'ya tepeden bakıyor, manzarası çok güzel. İç mekanda tarihi hava korunmaya çalışılmış ancak istenirse daha özenli daha güzel bir yer de yapılabilir. Bu haliyle biraz salaş. Akşamları burda fasıl da varmış, o da keyifli olabilir.
    Menümüzde çorba, salata ve kiremitte köfte var, biz çorba yerine bir meze ve bir gözlemeyi tercih ediyoruz. Gözlemeyi orta katta teyzeler yer masasında açıp sacda pişiriyorlar. Gelirken görünce gözlemeyi es gecmek istemedik. İyiki de öyle yapmışız, gözlemesi çok güzeldi, üstüne cızır cızır kiremitte köftesi de öyle.
    Hava soğuk diye eve veya kapalı mekanlara tıkılmak yerine, Groupon sayesinde değişik bir haftasonu geçirdik, yeni bir restoran keşfettik, teşekkürler Groupon. :)