6 Aralık 2010 Pazartesi

masaj

İnsanın kendini şımartması bu demekmiş, grupanyadan taa eylül'de aldığımız masaj için pazar günü Elifle Panaro MAC'in içindeki NUSPA'daydık... oh la la !! birileri çok güzel yaşıo bu dünyada... uzakdoğulu masözlerimiz loş odada rahatlatıcı müzikler eşliğinde önce bir saat yasemin kokulu yağlarla masaj yaptılar üstüne bizi odada dinlenmeye bıraktılar, ben tam uykuya dalmak üzereydim ki Elif uyandırdı beni, sonra çıktık, yeşil çay ve yanında kuru meyveleri ikram ettiler avlu gibi yerinde oturduk dinlendik pek keyifliymiş böyle işler..
Ama uyarayım etkisi kalıcı değil!! bu sabah 6da uyanıp yollara dökülünce omuz ağrıları yorgunluklar hepsi geri dönüyor...


biz grupanyadan %50 indirimli aldık, normalde 1 saati 100tl.. azcık pahalı :S

18 Kasım 2010 Perşembe

uff puff tuff

Evet yine tez yazma zamanım geldi, uzatmayı aldıktan sonra ilk 2 ay hiç birşey yapmayıp son 1 aya girince kızışan ben, hala ısınma turlarındayım, bilgisayarın başında uzun vakitler geçirsem de bu vakitlerin çok kısa bir zamanını tezime harcıyorum.. Zaten hep öyle olmaz mı, ne zaman ders çalışmak zorunda kalsam hep aklıma yapacak daha eğlenceli bir fikir gelir, halbuki o fikirler ders çalışmazken gelmez, televizyonun karşısında boş boş otururken beyin çok sakindir, ders çalışmak gerektiğinde ise karın acıkır, hiç akla gelmeyen bakımlar maskeler yapılır vs. vs. Uff bitsin istiyorum ama artık... biterse güzel bi ödülüm var, hatta süper ama olursa söyliyim en iyisi :)))

10 Kasım 2010 Çarşamba

Paris'te Ekim

Heyecanımın sebebi Paris'e gitcek olmamdı... hımm özlemişim ben o şehri, internet erişimim yoktu, yoksa ordan yazmak ayrı bir zevk olacaktı, hatta bi akşam bu işi baya kafaya takıp ıslak saçlarla otelden montparnasse'taki starbucks'a kadar yürüdüm wireless bulurum diye, ama kapalı çıktı saat 22:30'da, ertesi gün daha erken kapananını bile gördüm, 20:30'da kapanmak için hazırlıklarını yapıyordu St. Michel'deki Starbucks... Sonra Odeon'dakine gittik, orası, sinemaların ve genç kalabalığın ortasında pek erken kapanacağa benzemiyordu, çıktığımızda 22:30du.. Minnoşla kahve içtik orda, ben tıka basa tok olmama rağmen, oradaki pasta çeşitleri burdakilerden farklı diye çikolatalı bomba bişey yedim orda, hem de hepsini... Odeon ne kadar da güzeldi o akşam, sokaklarda bir sürü insan, restoranlar cafeler, Odeon'a, St. Germain'e doyamadım, yine gitmem lazım!!
Son akşam, girdiğimiz dükkanda kendi aralarında bi restorandan bahseden satıcılara hangi restorandan bahsettiklerini sordum, tarif etti; Chez Alexandre yani Alexandre'ın Yeri ya da İskenderin Yeri mi desek daha iyi olur? Dışarıdan diğer fransız restoranlarına benzeyen Chez Alexandre'a girince bi baktık içerde TV'de Powertürk, karşımızda %1.000.000 türk olan bir garson... Komik oldu gerçekten, yine de pizzası güzel, servisi de hızlıydı ..



Pariste değişen bir şey var mı? Hımm bilmem çok değil sanki, İstanbul'a 4 sene aradan sonra gitsem mesela, değişen çok şey görürüm, ama burda hiçbirşey beni yabancı hissettirmedi, hani bi şehre gidersiniz kendinizi yakın hissettiğiniz bir şehirdir ama aradan geçen zamanda köprünün altından çok sular akmış, o aidiyet duyduğunuz yerler başkalarının olmuştur ya, burada binalar, dükkanlar, cafeler restoranlar herşey aynı yerinde duruyor, sadece bazılarındaki restorasyon bitmiş, yerine başkalarında başlamış ama aynı sokaklar, aynı kokular aynı ağaçlar yine yerlerinde, o yüzden de dışlamıyor eski misafirlerini...



24 Ekim 2010 Pazar

heyecan

Kelebek çok heyecanlı, çünkü çok özlediği bi yere uçuyor yarın...

hope soon with the photographs..

Ekim'de Kaş bi şahane...

Geçen hafta sonu Burki, Tubi ve Beni Kaş'a gittik, Tubi ve Beni İngiltere'den geldi, Burki'yle ben de onları Fethiye'den alıp Kaş'a doğru yola çıktık... Gitmeden önce havaların kötü olacağın tereddüt ediyordum aslında ama Ankara'yı seller götüren o cumartesi günü biz gayet güzel dolanıyorduk Kaş'ta... :) Pazar günü ise dalmaya gittik, caretta caretta gördüüüümmm!!! Sadece deneme dalışı yaptım ben, zaman olmadığı için eğitim fln alamadım, peki Burkim naaptı? beni satıp, kendisi aldı sertifikasını...  :S of yalnız bence dalışın en zor kısmı dalış malzemelerini taşımak, hala belimin bi noktası ağrıyor, hatta o ağırlıklar suda hafifleşir bişey anlamazsınız demelerine rağmen suda bile ağırdı, gözümü ağırlıklar korkuttu...

Yemeklerimizi ilk akşam Bahçe Balık, ikinci akşam da Nar'da yedik.. Bahçe Balık'ta kağıtta kılıç yedim ben gayet başarılıydı, hımm mezeler? fena değildi ama bayılmadım,  belki sezon dışı diye, bilmiyorum... Ertesi gün Nar'da menümüzde yaprak sarma ve mantı vardı, onlar da gayet lezzetli, sunumlar da güzeldi..






Yani Kaş'ta Ekim bir başka oluyormuş... Yaz bitmiş, yazla ilgili tüm umutlar bitmiş, herkes işte güçte, gelen soğukları karşılamaya çalışırken, Kaş'ta bir teknede hala üşümeden bikiniyle dolaşabilmek, akşam güneş batışını izlemek için Deja Vu'da oturmak, ve sakinlik, deniz, yağmur herşey harika.. keşke gitmek daha kısa sürse.. orda bi evimiz olsa, kaçsak arada, ama işimizden de kaçabilsek öyle, sakinlikle denize baka baka biralarımızı içsek, şirin minik dükkanlarının önünden geçsek... :)

11 Ekim 2010 Pazartesi

Bursa'da Düğün

Geçtiğimiz hafta sonu üniversiteden yakın arkadaşımız Çiğdem'in düğününe gittik Bursa'ya... Gezme, yeme, içme ile dolu bir haftasonu oldu...
İlk önce cumartesi sabah saçlar Ankara'da yaptırılıp yola çıkıldı, bu arada 3 kız 2 erkek 1 arabaya doluşup gittik... gitmeden yolda nerde durulur, ne yenir tüyolarını Özge'den aldıktan sonra İnegöl'e kadar nonstop gittik, tabi İnegöl'de köfte molası vermeden olmaz!! Orhan'da bir güzel inegöl köftelerimizi yedik... Ali Murat ve Zeynep, Ömürlü'deki köftelerin buradakilerden bir farkı olmadığını söylese de yine de lezzetliydi, yani Ömürlü'nün köftesi güzelse, İnegöllü Köfteci Orhan'ın suçu ne?
İnegölle Bursanın arası çok kısa bir mesafe, 1 saatten az süre sonra Bursadaydık, ama Bursa'ya gelmişken kestane şekerini de kaçıramam, hemen en yakın Kafkas'tan çikolatalı kestane şekerlerimizi aldık.. Daha sonra otele... Otele tam geldikki bizim gelin de fotoğraf çektirmeye çıkıyor, gelinliğiyle başa çıkmaya çalışarak arabaya binmeye uğraşıyordu.. Biraz dinlendikten sonra akşam için hazırlıklara başladık... Akşam düğün de çok güzeldi, masalar, çiçekler, yemekler ve ayrıca eğlence süperdi, yemekten sonra hep pistteydik.. :)
Ertesi gün de Bursa'yı gezelim birazcık dedik ve Bursa'nın hanlarla dolu çarşısına çıktık, orada Koza Han'dan şallar aldık kendimize vee deee İskender Kebap yedik... Hımmm nefisti, Ulu Cami'yi geçince bi binanın altındaki minik dükkan, İskender Kebabın yaratıcısı dükkan... ve tadı damağımda kaldı!!
Bunlar yetmedi, Bursa'yı gezdikten sonra bir de Eskişehir'e uğradık dönerken, eksik kalmayalım çiğ böreğimizi de mideye indirelim dedik, Papağan'da bi de çiğ börek yedik...
Hıı bir de Bursa'dan dönerken bize bir de şeftali fidesi eşlik etti, babamın bahçesine dikmek için :)
Eve geldiğimizde saat 10'a geliyordu... Bu yoğun haftasonundan sonra sabah tartıya çıkmaya korktum ama kesin en az 1 kilo aldım :S

13 Eylül 2010 Pazartesi

can sıkıcı bir gün...

Türk Milli takımı turnuvada çok güzel bir başarı elde ederek dünya 2.si oldu... yine de sevinemiyor işte insan, son 2 maçtır, turnuvanın kalanında oynadıkları gibi oynamadılar, ama dünkü Sırbistan maçını almasaydık bugün anca 4. olurduk, Litvanya'yı da yenemezdik... yine de dünya şampiyonasında final oynamak bile çok güzel..
Hadi insan spordaki yenilgiyi bir şekilde sindiriyor da, Türkiye'yi bekleyen meçhul geleceğin korkusu o kadar da kolay sindirilemiyor işte... Baskette en azından tesellimiz gümüş madalya, ama referandumundan evet çıkan Türkiye'nin ne tesellisi var ki? birinin facebookta yazdığı bir yorum tam yerinde olmuş: " Amerika'ya aynı günde 2 defa yenilmek..."
İşte öyle birşey...

6 Eylül 2010 Pazartesi

FIBA Turkiye 2010

Ya Türkiye'de yapılan Dünya Basketbol Şampiyonasına gidemediğim için çok üzgünüm!!! Teze bi de bunu ekleyim mi?? Özellikle Türkiye'nin grup maçları Ankara'da oynanmışken.. :( Ama en azından TV'den izledim Yunanistan ve Fransa maçını.. Türk takımı gerçekten çok iyi oynuyor!! İzlerken çok heyecanlanıyorum ve nasıl bir sevinç, nasıl bir coşku... Ayrı ayrı bireyler değil, tam bir takım gibi hareket ediyorlar ve takımdaki herkeste de müthiş bir istek ve heyecan var! benim de sahaya çıkıp oynayasım geldi, 2 pota arasında depar atmak istiyorum :)


Umarım çarşamba günü Slovenya'yı da yenip yarı finale çıkarız!!

3 Eylül 2010 Cuma

tatilsiz, gezmesiz nereye kadar

Geçen gün Zeyneple konuşuyorum, bana diyor ki, "özlem aa size (sizin şirkete) tatil değil mi bayramdan önceki 2 gün de tüh tüh sen nasıl kaçırdın bu fırsatı", kaçırdığım bi bu bayram mı şekerim diyorum ben de... tüm iznimi teze harcadım ben, bi de üstüne bayram... ama bi bitsin özlem sahalara dönecek yine... yine aylar öncesinden tatilleri planlayacak, biletleri alacak gezecek gezecek durmadan.. hımmm evet umarımmm!!
neyseki bu sene 19 Mayıs'ta, hala rahat bir insanken, Kaş'a gittik de ben de minik de olsa tatil yapmış oldum... şimdi bi arkadaşım facebookta eurotrip diye birşey yazmış da şu 9 günlük (bizim şirkete tabi) tatilde ben de gidemediğim yerlere yandım  bir an.. ama hayat işte, tez bitince de başka şeyler olur insanın hayatında, her zaman gezmek mümkün olmaz!
yine de love to travel, love to travel abroad!

29 Ağustos 2010 Pazar

tez-part2




tezimi yazarken böyle bir ekran açılsa bana da ... :) insert some brilliance, find some super duper idea, extend deadline, go to super-speed mode etc.

22 Ağustos 2010 Pazar

tik tak tik

Saat çiçeği gördünüz mü hiç, elinize aldınız mı? babam masamın üstüne bırakmış 2 tanesini, gördüğümde irkildim ilk anda, anlayamadım ne olduğunu, tabi o benim kuş yürekliliğimden kaynaklanıyor biraz da :) ama çok değişik bir çiçek gerçekten hem de çok güzel kokuyor... çiçek demek garibime gidiyor, çiçekten dahası bişey :)


ve saat çiçeği bana geçip giden zamanı, ve tez için ne kadar az zamanımın kaldığını hatırlatıyor...

bir de Metric-All yours, çok tatlı...  http://www.redbalcony.com/?vid=27193

    Other lives, always tempted to trade 
    Will they hate me for all the choices I made? 
    Will they stop when they see me again? 
    I can't stop now I know who I am

13 Ağustos 2010 Cuma

je suis née...


Bugün hayatımın çeyrek asırına bir yıl daha kattım :) ben katmadım akan günler kattı... :) düşündüm de şu anda bundan sonraki hayatımda en genç olduğum gün.. artık büyümüyorum, yaşlanıyorum, o yüzden ne dünü ne yarını sadece bugünü yaşamak lazım!! bundan sonra saçımda daha az beyaz, yüzümde daha az çizgi olmayacak!! o yüzden aslında en güzel gün bugün, yarın da en güzel gün yarın olacak ... geçen günden ne kalır ki insana hatıralardan başka, o yüzden günümü güzel yaşamalı, bugün dün olunca pişman olmamalıyım...

hımm ben bu yazıyı ara sıra açıp okumalıyım... :)

kutlamaları dünden başlatan arkdaşlarıma çok teşekkür ediyorum, Ankara'da çimler üzerinde, ferah bi mekanda muhabbet dolu çok güzel bi gece geçirdik :)

photos coming soon...

10 Ağustos 2010 Salı

Incepted...

30 Temmuzda Türkiye'de gösterime giren Inception kesinlikle kurgu, senaryo ve görsel olarak çok başarılı!! uzun zamandır böyle böyle güzel kurgulanmış, üzerinde bu kadar çok düşündüren bir film izlememiştim...



(Dikkat bundan sonrası izlemeyenler için spoiler içeriyor..)
ilk vizyona girdiği gün kızlarla gittik filme ve son sahneyi görene kadar daha az soru işareti ama yine aynı etkilenmişlik ve heyecan ile izledim filmi, ama filmin kapanış sahnesi ve ardından gelen soru işaretlerinden sonra Burak'la bi daha gitmeliyim dedim.. Geçen cuma da Burak'la gittik, o da çok beğendi ve etkilendi filmden.. sonrasında biraz araştırmaca internetten..

filmde tam mutlu sona ulaştığını düşündüğümüz anda, bi bakıyoruz ki çocuklar aynı kıyafetlerle, hep Cobb'un rüyalarında gördüğü pozisyonda ve hiç büyümemiş olarak karşımızda... bir de üstüne, filmin durmadan dönen topaç ile noktalanması Cobb'un hala bir rüyada olduğunu gösteriyor, peki Cobb ne zaman rüyada değildi ki? filme ikinci kere gittiğimde bunun ip uçlarını bulmaya çalıştım ama çok bariz bir gerçeklik-rüya geçişi yok... Zaten internette de film ile ilgili çeşitli teoriler var:

bu seneryoların bir kısmına göre: filmin gerçek sandığımız tüm kısımları da aslında bir rüya ve Cobb'un rüyadaki 1. seviyesi... bunu destekleyen bir çok kısım var, örneğin başkalarının rüyaları olarak düşündüğümüz kısımlarda başka kimsenin bilinçaltından bir şeyler çıkmazken sadece Cobb'un bilinçaltından sürekli Mal çıkıyor mesela... Mombassa'daki kovalamaca sahnesinde (ki orası gerçeklik gibi gösteriliyordu) Cobb'u kovalayan adamlar ile, Fisher'ın rüyasında Fisher'ı otelde kovalayan adamlar birbirine çok benziyordu, aynı benzerliği internette biri daha yazmış, emin değilim ama aynı adamlardı diye hatırlıyorum.. Ayrıca, Cobb'un yine Mombassa'da adamlardan kaçarken sıkışmak üzere olduğu birbirine yaklaşan duvarlar ve sonrasında tam o anda dünyanın kim bilir neresinden gelen ve o anda en doğru zamanda ve en doğru yerde kapısını açıp Cobb'u arabaya alan Seito, aslında aksiyon dolu Hollywood filmlerinden alışık olduğumuz bir sahne gibi gözükse de, aynı zamanda ne kadar da rüyaya benzemiyor mu özellikle rüyalara bir girip bir çıkan bir filmde...



bir de mesela Cobb'un Mal'un intiharını anlattığı sahnede, Mal, ikisinin hep gittiği otele gidip bir oda kiralıyor, sonra odayı dağıtıp birden karşı binaya geçiyor (veya öyle bir binadalar ki, Mal pencerenin pervazından yürüyüp, U gibi girinti yapmış binanın karşı tarafına geçiyor, ya da karşı binada aynı katta ikinci bir oda kiralıyor(!) ) o sırada Cobb geliyor ve Mal aslında rüyada olduklarını ve ancak rüyada ölüp kendi gerçekliklerine dönebileceklerini söylüyor... aslında bu sahne rüyaya daha çok benzediği için Mal 'un ölüp gerçekliğe döndüğünü ve Cobb'un rüyalarına girerek onu geri döndürmeye çalıştığını düşünenler var, ki aslında mantıklı gözüküyor.. bir başka teoride de; aslında Mal gerçekten ölüyor, Cobb bundan pişmanlık duyuyor ve ekip de Cobb'un rüyasına girerek ona fikir ekmeye çalışıyorlar pişmanlığı bırakıp gerçek dünyaya dönmesi için... do you want to be an old man full of regrets gibi bir cümle geçip duruyor film boyunca, bu da ekmeye çalıştıkları fikri gösteriyor..

Aslında düşününce, öyle veya böyle değişik bir çok yoruma izin veren ve tümünü besleyip üzerinde bu kadar çok konuşturan bir senaryo yazmak çok büyük bir başarı bence.. Christopher Nolan insana filmde kullandığı metaforlar ile hayata dair birçok şeyi sorgulatıyor...

24 Temmuz 2010 Cumartesi

gotta learn sometime

aklımda geçen gün işyerinde bi arkadaşımın söylediği John Lennon'ın
"hayat sen başka planlar yaparken başına gelenlerdir"
cümlesi ve arka fonda everybody's gotta learn sometime şarkısı...

change your heart, look around you
change your heart, it will astound you
i need your loving like the sunshine
and everybody's gotta learn sometime
everybody's gotta learn sometime
everybody's gotta learn sometime




ben de öğreneceğim bi gün...

bu sene tatil yok

Evvet yıllık iznimi almış bulunuyorum, peki tatile gidebilecek miyim? hayıııırrr! kelebeğin yolculuğu bu sefer kütüphaneye doğru... tezim hemen bitsin istiyorum, hiç sıkıntı çekmeden yazıyım, aklıma müthiş fikirler gelsin, harika bi tez olsun haa bi de üstüne eylülde tez jurisinden geçiyim!!

biraz fazla mı istiyorum ki? ama olsa keşke süper olmaz mı?

22 Temmuz 2010 Perşembe

Ankara'da bir yaz akşamı, çim amfi ve Yeni Türkü konseri...

Dün akşam yine kızlarla ODTÜ Mezunlar Derneğinin Okula 100 Verin kampanyası kapsamında düzenlediği Yeni Türkü konserindeydik... Okula 100 Verin kampanyasında toplanan bağışlar Ankara Yenikent'te bir okul yapımı için kullanılıyor, okulun kaba inşaatı bitmiş bile... İtiraf etmeliyim ki konsere bu kampanyayı bilerek gitmedim ama hem kampanya hakkında bilgi sahibi olmak  hem de ufak da olsa bir katkıda bulunmuş olmaktan dolayı mutlu oldum...

Neyse buradan konsere geri dönersek; bence Vişnelikteki çim amfi yaz akşamlarında konser izlemek için harika bir mekan. Hele bi de bol yağışlı ilk bahar ve yazdan sonra yemyeşil ve sık olmuş çimler muhteşem! Konsere gitmeden önce Sedayla markete uğrayıp, kuruyemiş, cips, çekirdek ve hatta benim canımın çekmesi üzerine çekme helva bile aldık, sonra evden getirdiğimiz minder ve kilimlerin üzerine bir güzel yayıldık.. o arada ben babetlerimi de çıkarıp kendimi toprakladım :) gittiğimizde hava da kararmamıştı ve çok güzel bir ortam vardı... Bu arada Vişnelik'te konsere gitmemiş olanlara kesinlikle (çıkan grubu sevmeseler bile) bir kere bile olsa gitmelerini öneririm, çok zevkli bir yer gerçekten.









Sonrasında saat 9 gibi sahneye Yeni Türkü çıktı. Çocukluğumda annemlerin kasetlerinden özellikle tatile giderken dinlediğimiz Yeni Türkü'nün şarkılarının hepsini ezbere bilirmişim meğersem. ve Derya Köroğlu'nun güzel yorumuna klasik kemençenin o muhteşem sesi, pan flüt, gitar, bateri ve klavye ezgileri de eklenince çok güzel bir konser oldu gerçekten..

Gecemiz hohaho hohaho hohahohoho diye şarkı söyleyerek bitti :)

16 Temmuz 2010 Cuma

Paris'te olmak

Paris'te olmak istiyorum bugün, yani şimdi, şu anda ışınlanmak falan... Chatelet-Les Halles'den Centre Pompidou'ya gederken, sağdaki bijuterideki tokalara bakmak, Centre Pompidou'nun hemen önündeki meydandaki cafe'lerden birinde cafe au lait içmek, meydandaki gösterilerinden birini izlemek, sonra ne biliyim Rue de Rivoli'ye çıkmak, dükkanlara bakıp bakıp bu sefer yön değiştirip Seine kıyısından, Hotel de Ville'e doğru yürümek... hem yazın Paris Plage da var... Paris Belediye Başkanının tatil yapamayan parislilere hediyesi... bi benzeri de Eskişehirde yapılmış, ben hiç görmedim ama... Neyse Paris'e geri dönmek istiorum, nerdeydik, Paris Plage'da değil mi? Evet ama şimdi orada tek başıma oturmak istemiyor canım, ama yine de oranın cıvıltısını içime çekip yoluma devam ediyorum... Ile Saint-Louis'de dondurma yiyorum, bir topu da fındıklı olsun... St-Michel'e gideyim en son.. bugünkü yolculuğum bu kadar olsun yoruldum yürümekten... :)

yazın üşümek-bir isyan yazısı

Haftaiçi her sabah 06:15 gibi kalkıyorum, 6:40'ta servise biniyorum, 07:30'da işe başlıyorum... binaya girdiğimde dışarda hava 20 derece civarlarında oluyor, yaz geldi diye giydiğim elbiseler, giymeye korktuğum terliklerle binanın içinde ise sürekli tepemizden esen soğuk hava hiç uyuşmuyor.. öğlen yemeğe giderken yemekhane sırasında fazladan birkaç dakika bonus gibi, o arada ısınıyorum, sonra tekrardan soğuk rüzgarlar, çıkışta serviste daha da soğuk rüzgarlar, artık yanımda serviste örtünmek için polar battaniye getirmeyi düşünüyorum...
evet yazın sıcaklarında sıcaktan bunalıp terlemek kötü, ama yazın geldiğini anlayamadan üşümek de kötü! üşümeden oturamaz mı insan?

14 Temmuz 2010 Çarşamba

lovely!!

ben de böyle olmak istiyorum... 90ıma gelip hala sevgilimle baloda dans etmek

Fotoğraf Alıntıdır.

13 Temmuz 2010 Salı

Dünya kupası, ahtapot Paul ve kızlar

Dünya kupası bitti, Hollanda'nın turuncu formaları İspanyollara yetmedi ... Ama sonuç kadar çok konuşulan bir şey varsa o da Almanların kahin ilan ettikleri ahtapot Paul... Bahisçiler baştan beri Paul'ü dinleseymiş 1e 294 kazanacaklarmış... süper rakam!! Bu akşam da haberlerde ahtapot Paul'ün ününden sonra restoranlarda ahtapota olan ilginin arttığını söylüyorlardı, ben pek alakayı kuramadım neden kahin ahtapot ünlü olunca insanların canı ahtapot salatası çeker ki? ya da zaten ahtapot salatası canı çektiren bişeydir de bunun Paul ile tetiklenmesi garip değil mi? Ayrıca bi de Paul'ün kutuları seçtiğini gösteren görüntülerinden hemen sonra kocaman bir ahtapotun doğrama tahtası üzerinde bir aşçı tarafından dövülme görüntülerini koymuşlar... ıyyy yani başka zaman canı ahtapot ızgaralar çeken ben, o tahtanın üzerinde tak tak dövülen hayvanı görünce içim bi fena oldu! kahin olarak kişiselleştirdiğimiz bir hayvanın görüntülerinden sonra birilerinin aklına onu dövüp yemek geliyor demekki... acaba ben mi çok duygusalım???

Halbuki geçen cuma akşamı Elifin doğum günü için gittiğimiz Tenes'te ahtapot salatası yerken hiç de Paul'ü falan düşünmemiştim :) Yeri gelmişken biraz da oradan bahsediyim... Bizim ünlü kız grubumuzla(*) yaptığımız ünlü buluşmalarımız ve herkesin doğum gününde daha önce gitmediğimiz yeni yerler keşfedip gitme çalışmalarımız en son Tenes'te kaldı... Bu sefer grubumuzda eksiklerimiz vardı, ama biz gene de Mesnevide bir apartmanın bahçesinde kurulu Tenes'te "kalan sağlar bizimdir" şeklinde kutlamamızı yaptık.. Peki Tenes nasıldı derseniz; hımmm facebooktaki fotoğrafları kesinlikle daha iştah kabartıcı ve çekici diyebilirim... Bozcaada mutfağı diye çıktıkları yolda biraz daha özenli şeyler görmeyi beklerdim... Ayrıca garsonumuzun büyük reklamlarla buzzz gibi gelecek dediği bozada beyaz şarabı değil buzz, soğuk bile değildi!! resmen oda sıcaklığında... tabi ben bu duruma tepkisiz kalamazdım (bence beyaz şarap zevkini baltalayan en büyük problem sıcak olması çünkü)... garsonumuzun bize reklamını yaptığı buzz gibi şarap meğersem dolapta kalmamış, neyse ne yapalım herkes hata yapabilir ama tabi cuma akşamı dolaplarında soğuk şarap olmaması ilginç... neyse sonuçta kızlarla biz yine de eğlendik... keyfimizi kimse engelleyemez!! grubun fotoğrafçısı ben, makinamın annemlerde olması nedeniyle sevgilimin kamerasıyla grubun kameramanı oldum o gece... hatta elif artık gece sonunda yeter özlem kendim olmak istiyorum çekme artık diyodu bana :)  olsun ama sonradan baktıkça güleriz biz de, bunlar güzel hatıralar..

Pastamızı da Filistin caddesinde yeni açılan Portobello'da yiyelim dedik ama anladıkki oralar ölmüş... ne yazıkk.. neden herkes kendini Park Caddesine atıyor? Biraz da Filistin civarlarına gitsinler.. Mekan bir cuma akşamına göre oldukça boştu ama boş olmasına rağmen Yeliz'in pasta ile beraber istediği kahveyi sözde barın yoğuluğundan dolayı getiremediler.. bence kahveleri yoktu :)

Gecemiz, arabamız balkabağına dönüşmeden arabanın içindeki kız kahkahalarıyla son buldu!! iyiki tek araba gitmişiz;)


(*) Kız grubumuz: çoğumuz aynı şirketten, diğer şirkette olanlar da lise+üniversite bağlantıları ile bir araya geldik mi susmak bilmeyen aksiyon dolu grubumuz, sizi çok seviyorum kızlarr iyiki varsınız...

6 Temmuz 2010 Salı

Dünya Kupası ve Hollanda Forması

Dünya kupasını biraz faklı bi yerden değerlendiricem tabi oynanan oyundan çok görsel olarak :) sizce Hollandanın dünya kupasındaki başarısında fosforlu turuncu formalarının da payı yok mudur? bi kere o nasıl bir renktir, şu anda Uruguay'la maçları devam ediyor, Hollanda 3-1 önde, ben  ise TV mute'da sadece skora bakarken Hollanda'nın skoru ne ara 1-1'den 3-1'e çıkardığını anlamadım... o sıra çalışıyordum (tez:( , buna sonra gelicem) ama tabi ses de kısıkken dikkati Uruguay'ın sakinleştirici mavi formasına karşı Hollanda'nın kışkırtıcı turuncu forması çekiyor... turuncunun bi çok avantajı olsa gerek, bi kere diğer takım arkadaşlarını çok rahat görüyorsun, hepsi neon lamba gibi :) ayrıca o turuncunun insana verdiği koşma+yerinde duramama hissi de cabası... kesin o turuncu formada olay canım yoksa adamların bişey yaptığı yok ;P
omg skor şuan 3-2 oldu, Uruguay'ın turuncu formalara karşı hala şansı var mı acaba? ama hayır olmuyor!! Uruguay turuncuların karşısında heyecanlanıp, eli ayağına karıştı :)
turuncu formalar yine galip!!
Hollanda finalde de turuncu giymeli bence:))
hımmm tabi bir de turuncu yeşil sahada çok iyi bir kontrast yapıyor...



Hollanda burdan Johannesburg'a gidecek, Cape Town'da bu akşam ne yapacaklar acaba?

4 Temmuz 2010 Pazar

Ankara Kalesinde Çini Desenleri Sergisi

Dün Ankara Kalesi'nde Çengelhan'ın alt çaprazında Kirit Cafe'de bi sergiye gittim... tabi ailevi faktörleri de yadsıyamam, sergi müstakbel kayınpederimin çalışmalarından oluşuyor... gerçekten çok emek ve özen isteyen titiz çalışmalar, tuval üzerine akrilik boya ile çini desenlerinin uyarlanması... ama bu vesileyle de bir kaç zamandır gazetelerde okuduğum ve hatta geçtiğimiz günlerde Kale Festivaline ev sahipliği yapan yenilenmiş Samanpazarını görme imkanım oldu, gerçekten çok farklı bir yüze kavuşmuş ve olması gereken şeklini bulmuş.. turistler tarafından da sıklıkla ziyaret ediliyor.. serginin olduğu cafe de eski bir Ankara evi, hem iç dekorasyonuyla hem de güleryüzlü çalışanlarıyla ilk başta insanı çekiyor zaten, menüsü ve sunumları da çok güzel, en kısa zamanda kızları toplayıp kahvaltıya gitmeyi planlıyorum, sonrasında da bir Samanpazarı turu yapmak için sabırsızlanıyorum çünkü bu gidişimde etrafı çok dolaşacak zamanım olmadı ama çok şirin dükkanlar var etrafta... Temmuz ayı sonuna kadar sürecek sergiye bir göz atmanızı ve gitmişken Ankara Kalesi ve Samanpazarının yenilenmiş yüzünü görmenizi tavsiye ederim !!! :)

















30 Haziran 2010 Çarşamba

Eclipse

işte serinin beklenen filmi "Tutulma"... aslında bu seriye başlamam çok sevgili arkadaşım Yeliz sayesinde oldu :) ben öyle vampir, kurt adam hikayelerinden pek hoşlanmazdım açıkçası ... ama Yeliz okurken öyle bir anlattı ki, onu gece geç saatlere kadar ayakta tutan nedir ki diye merak ettim, en kötü serviste giderken zaman geçer sıkılmam, okuyim diye düşündüm... sonraaa giriş o giriş seriyi resmen yuttum, okumayanlara: 1. kitap Twilight ve yarım kalmış 5. kitabı Midnight Sun'ı birlikte okumalarını öneririm ve mümkünse 1. kitabı da orijinal dilinde, çünkü 5. kitap yazar daha tamamlamadan çalınıp internette yayınlanmış ve bu duruma çok bozulan yazar yarım halini kendi sitesinde yayınlayıp kitaba devam etmediğinden, kitap basılamamış..

detaylar: http://www.stepheniemeyer.com/midnightsun.html

neyse yani sonuçta bu kitabı Yeliz'den sonra ben okumaya başladım ve ikimizin o heyecanlı anlatışımıza dayanamayan iş arkadaşlarımız da bu heyecana katıldı, sonrasında evde twilight geceleri yapıldı... Bugün de tüm dünyayla aynı anda Türkiye'de film gişeye giriyor... akşam kızlarla biz de gidiyoruz... :) büyük ihtimalle filmdeki en büyükler biz olucaz, bir sürü teenage girl ile bir arada :)
bi not daha: bence kitap kesinlikle filmden daha güzel film onun yanında çok basit kalıyo...

25 Haziran 2010 Cuma

Aşk-ı Memnu Biter

İtiraf etmeliyim ki Aşk-ı Memnu beklediğimden daha güzeldi :) gerçekten dolu dolu ve heyecanlı... ayrıca çekim tekniklerini ve tüm ekibin oyunculuğu da süperdi... en ufak rolden başrole kadar etkileyici bir oyunculuk... bugün haberlerde Milli Maç gibi Milli Dizi diye yorum vardı :)
Ee artık Bihter öldüğüne, Behlül berduşa döndüğüne, Firdevs Hanıma felç geldiğine,  Adnan, Nihal, Deniz Hnm ve Bülent de kendilerini yeni ufuklara açtığına göre biz de kendi hayatımıza dönelim ve perşembeleri ne izleyeceğimizi düşünelim .. :)

24 Haziran 2010 Perşembe

Aşk-ı memnu final gecesi :)

Bu aksamki aşk-ı memnu finalini 4 gozle bekliyorum :) bihter intihar edecek mi artik acaba? Şöyle çok dolu dolu olur umarim :) nasıl olsa pek sürpriz yok ;)

23 Haziran 2010 Çarşamba

Güney Afrika




Dünya futbol şampiyonası ve Güney Afrika derken, Güney Afrika gezilerimiz geldi aklıma... şu sıralar insanlardaki imajı nasıl, şampiyonadan olumlu etkilendi mi bilmiyorum ama ben gittiğimde oldukça beğenmiştim.. bugün televizyonda "Güney Afrika'da yapılacak en iyi şey: Safari" gibi bir haber vardı ama ben en çok Cape Town'u beğendim...

Cape Town'a gideceklere gezilecek yer önerileri:
  • V&A Waterfront; ben burayı çok sevdim, oldukça turistik bir yer ama çok şirin aynı zamanda... Hollanda tarzında liman binaları, küçük hediyelik dükkanları, çok güzel bir alışveriş merkezi, nefis deniz ürünleri yiyebileceğiniz restoranları ve bir de tabiii süper manzarası, bir tarafta Masa Dağı (Table Mountain) diğer tarafta Atlas okyanusu:) öneri: limandaki basit fish&chip restoranında kesinlikle karışık bi fish&chips tabağı yiyin, hala canım çekiyor, fiyatlar da gayet uygun...



  • Bir başka sevdiğim yer de Camp's Bay ve ordan Lion's Head tepesi... Camp's Bay de V&A Waterfront'tan Atlas okyanusu kıyısınca Ümit Burnuna doğru giderken geçtiğiniz bir koy, ama upuzun kumsalı, yine şirin cafeleri ve manzarasıyla harika bir yer... ayrıca burası duyduğum kadarıyla daha çok Cape Town'luların uğrak yeri... hımm ayrıca burası yarım adanın batısında kaldığı için güneşin denizden batışını izleyebileceğiniz mükemmel bir yer.. yine burda akşam sahil boyunca uzanan cafe&barlarda oturmak çok zevkli...


  • Yolculuğunuza yine Ümit Burnuna doğru devam ederken,  Hout Bay 'den her yarım saatte bir kalkan botlara binip, deniz aslanlarını doğal yerlerinde görebilirsiniz..

  




  •  Eğer Ağustos veya Kasım ayı civarlarında oradaysanız balinaların geçisini de izlemek mümkün ayrıca köpek balıklarını izlemek için çelik kafeslerle suya da dalabilirsiniz, ama biz bu etkinliği kaçırdık o aylarda gitmemiştik maalesef.. 


  • vee Afrika kıtasının en güney batı (sanıldığı gibi en güneyi değil) ucu Ümit Burnu (Cape of Good Hope) na varıyoruz... buraya vardığımızda Ümit Burnundan daha çok Cape Point dikkatimi çekiyor... hem daha yüksek hem de yarım adanın en uç noktası orası, tepede bir de deniz feneri var..

  • Yarım adanın Atlas okyanusuna bakmayan tarafı da False Bay, yarım adanın ucundan şehir merkezine doğru bu sefer False Bay tarafından giderken Simon's Town u arıyoruz... çünkü orada Afrika Penguenleri var... (penguenler sadece antartika değil, tüm güney yarım kürenin değişik yerlerinde değişik türlerde bulunuyorlar) bunlar da sıcakta yaşayan, sokaklarda bizim kediler misali dolanan türlerinden... ama çok da evcil oldukları söylenemez, bizden kaçtılar tabi sevgilimin peşlerinden kovalaması korkuttu hayvancıkları :)  bizim gittiğimiz mevsimde sayıları çok fazla değildi 20 tane civarında gördük... dönemsel olarak daha da fazla oluyorlarmış...



  • bir de Cape Town'un çok güzel, çooook büyük bir botanik bahçesi var, Kirstenbosch, doğayı sevenlerin görmesi gereken türden... yemyeşil, ayrıca bir sürü bitki çeşidinin olduğu bir bahçe, (bahçe demek az kaçar orman diyelim en iyisi :) ) hımm ayrıca hemen girişteki restoranda da kocaman nefis bir hamburger yiyebilirsiniz :)



    • ve tabiki şehrin simgesi Masa dağına (Table Mountain) çıkmanızı öneririm, tepeden tüm şehri ve yarım adayı çok net görebilirsiniz.. ve bizim gidemediğimiz Robben Island, Nelson Mandela'nın hapiste kaldığı ada... burası da gidilmesi tavsiye edilen yerlerden...




    • ayrıca şarap severlere: Cape Town'un şarapları da dünyaca ünlü... Cape Town'a gidince de tüm bu bağları yerinde görmek, tadım yapmak ve şarap almak için bir kaç rota izleyebilirsiniz. Stellenbosch bunların en ünlülerinden... (daha fazlası burada ) biz ise şehre yakın olması nedeniyle Constantia tarafına gitmiştik... Hatta bir öneri daha: şarabınızı Constantia'dan alıp Ümit Burnunda içebilirsiniz :)


    • Son olarak hala zamanınız kaldıysa yine limana yakın Two Ocean's Aquarium var, burada bizim yolumuza alt kattan üst kata eğitmenleri eşliğinde giden penguenler çıkmışlardı, belki size de rast gelir..


    • Camp's Bay ve V&A Waterfront hariç tüm bu yerler gündüzleri gezmek için daha uygun... bir akşam da tiyatroya gidebilirsiniz mesela :)

    Güney Afrika'ya ilişkin yazacaklarım bitmedi, ama artık onlar başka yazılara :)
       (...bu yazıyı yazabilmeme en büyük katkıyı sağlayan sevgilime kocaman teşekkürler....)